[email protected]
Hangi mesleği isterseniz isteyin torpilsiz nasıl o işe girebileceğinizi söylesem bana inanır mısınız?
Ben inanmazdım herhalde.
Bir kere yaşayacağımız şu hayatta hayallerimizin külleri hayatın gerçekleriyle savrulurken artık susmamalıyız diye düşünüyorum.
Başka da bir yol bulamıyorum.
Hayatın gerçekleri dedikleri şeyin aslında adaletli bir toplumda küllükten güllüğe çevrilebileceğine de inanıyorum.
Fakat şimdi 30’lu yaşlara geldikleri halde hala deli gibi sabahtan akşama kadar ders çalışıp yine de kendini kurtaramayan gençlerle dolu bu ülke.
Mezarlıklarımız bile artık neredeyse dolmaya başlayacak ümidini yitirip son çare intihar edenlerle.
Okuldaki üstün başarılarına şahit olduğum zeki, çevik ve ahlaklı pek çok arkadaşım kasiyer bile olamadılar.
Yıllarca dershanelere para döküp gece gündüz kalem tutmalarına rağmen.
Evet! Kasiyer bile olamadılar.
Ben de susmamalıyım diye düşündüm.
Küçüklükten beri hayalini kurduğum pek çok şeyden daha fazla vazgeçmek istemiyorum çünkü.
Övünmek değil niyetim.
Bunu hem bir sitem hem de toplumsal büyük bir yaranın yazısı olarak kabul edin.
Başladığım tüm okullara dereceyle girdiğim için “Sen büyük yerlere geleceksin” iltifatıyla büyüdüm.
Ama hedefim büyük olmak değil bu toplum için sahiden faydalı işler yapabilmekti.
Bu yüzden Kamu Yönetimi bölümüyle Kaymakamlık hayali kurdum.
Ben dershaneye bile gitmeden ve oturup tek bir test bile çözmeden bu bölümü yüksek bir puanla, dereceyle kazandıysam kaymakamlık yarışında rakiplerimde çok fazla zorlanmam diye düşündüm.
Fakat mezun olup kaymakamlık sınavının vakti gelince dershane müdürleri bile, 'Eğer kallavi bir torpilin yoksa bize boşuna para verme' dediler.
O hayalimden vazgeçtim.
Hep var olan felsefe ilgim ve araştırma merakımla akademisyen olmak istedim.
Master yaptım ve açılan akademisyen mülakatlarına hocalarımız, 'Boşuna gitme alacakları kişi önceden belli' diyerek göndermediler bile.
Bazı ilanlarda piyano çalan felsefe hocası gibi arsızca tek bir kişi için açılmış kadroları belli eden kriterleri gördükçe uykusuz gecelerime, yorduğum gözlerime acıdım.
Türkiye’ye ilk kameralı telefonlar geldiğinden beri film çekmeye çalışıyorum.
Sinema hayalimin peşinden gitmek istedim.
Sinema akademilerinde hem eğitimler hem de en iyi senaryo ödülleri aldım.
Sonra film festivallerinde bile torpillerin yarıştırıldığını öğrenmek, yazacağın en iyi senaryonun bile torpilsiz kimsenin okumayacağını bilmek yine şevkimi kırdı.
Ne topluma faydalı işler yapma imkanı verildi, ne akademi kapıları açıldı, ne de sanatta bir yol bulabildim.
Sadece yetenekli olmakla bir yere varılamayacağını gördüm.
Peki şu an ne mi yapıyorum?
Gardiyanlık ilanı açılsa alınır mıyım diye bakıyorum.
Ne alaka değil mi?
Eğer o da olmazsa, ne yapacağımı da bilmiyorum.
Ben doğru dürüst eğlenemeden ne fedakarlıklarla ve oradan buradan burslarla okul yolu eskitirken lisede okulu bırakmış kuzenimin ise şu an bir arabası ve garanti bir işi var.
Yeğenine merhamet ettiğini sanarak yeğeni gibi pek çok gencin yaşama sevincini öldürmüş vicdansız dayılar...
Hadi kul hakkını, haram lokmayı geçelim.
Karakter sahibi olmayı, onurlu bir kazançla geçinmeyi de boş verelim.
“Zaten benim durumum kötü, bakmam gereken bir ailem var, bu torpili kaybedersem enayi olurum, beceriksiz görürler vs.” gibi mazaretleri bırakalım en azından.
Bu ülkede sen hariç herkes güllük gülistanlık mı geçiniyor diye sorarlar insana.
Etimolojik sözcüklerde bile şöyle geçiyor torpil denilen toksik kelime:
“Bir projeyi batırmak amacıyla gerçek niyetini belli etmeden müdahale etme”.
Gerçekte durum daha da vahim.
Çünkü batan proje sadece hayatlar değil koskoca bir toplum.
Adaletsizce hakim olmuş birinden adalet dağıtmasını, sahtekarlıkla akademisyen olmuş birinden doğruyu öğretmesini, etik olmayan yolla önemli yerlere gelmiş birinden işlerini ilkeli yürütmesini bekleyemeyiz herhalde.
Devletleri çökerten veya gelişimine engel olan sadece bu liyakatsizlik de değil.
Koşmayla tepeye çıkılamayacağını anlayan gençlerin koşmaktan vazgeçmesi ve koşmayan gençlerle muasır medeniyetler çizgisinin gittikçe gözden kaybolması.
Hatta daha da kötüsü koşma sistemi değil konma sisteminde olduğumuz için zararlı amaçlarla örgütlenmiş dayıların devleti daha fazla kontrol edebilmek için daha rahat yeğenlerini kullanması.
Biliyorum çok zordur iş bulmanın kolay olmadığı bir yerde torpile hayır diyebilme omurgalılığı ya da kendisinden torpil isteyen yeğenini reddedebilme mertliği.
Fakat çalıntı koltuklarda oturan tembeller, yetenekli kasiyerlerden fatura istemeye devam ettikçe, bu düzen (sizlik)in faturasını bir gün hepimiz ödeyeceğiz!
Hakketmediğim bir kebabı yemektense şerefimle oturur tostumu yerim daha iyi.
Yiyen yeğenlere artık namuslu hayatlar diliyorum.